Yeni mezun olmuş bir öğretmen olan Mary, Navajo Kızılderililerine ait bir yerleşim bölgesinde öğretmenlik yapmaya başlamıştı. Her gün beş öğrenciyi tahtaya çağırıyor ve ödev
olarak onlara vermiş olduğu basit bir matematik problemini çözmelerini istiyordu. Onlar ise, tahtanın önünde sessiz ve isteksiz bir şekilde duruyorlardı. Mary bir türlü anlayamıyordu. Ne eğitim derslerinde ne de staj yaparken öğrendikleri bir işe yarıyordu. "Neyi yanlış yapıyorum? Neden hep problemi çözemeyecek öğrencilerimi tahtaya kaldırıyorum acaba?" diye kendi kendine sorup duruyordu. En sonunda, öğrencilere sormaya karar verdi ve genç Kızılderili öğrencilerinden benlik imgesi ve öz değer konusunda şaşırtıcı bir şey öğrendi. Öğrenciler birbirlerine birey olarak saygı duyuyorlar ve arkadaşlarının problemleri çözmeyi beceremeyeceğini düşünüyorlardı. Bu genç yaşlarında bile sınıf içerisinde kazanan-kaybeden yaklaşımının sergilenmesinin bir işe yaramayacağını biliyorlardı. Tahtanın önünde bir öğrenci mahcup olursa bunun kimseye bir şey kazandıramayacağına inanıyorlardı.
Onun için, herkesin önünde birbirleriyle rekabete girmeyi reddediyorlardı. Bunu öğrendikten sonra, Mary sistemi değiştirdi. Artık öğrencilerinin ödevlerini teker teker kontrol ediyordu. Hiçbirini de diğerlerinin önünde mahcup duruma düşürmüyordu. Gençlerin hepsi öğrenmeye hevesliydi. Ama bunu yaparken başka birini kötü duruma düşürmek istemiyorlardı.
Birbirimizin bazen omzuna, bazen yüreğine basıp yükselme derdine düştüğümüz günümüzde Kızılderili çocukların davranışı ne kadar ince, ne kadar narin bir kalbin habercisi, değil mi? Rekabetin yüceltildiği, diğerlerini mat edip öne çıkarmanın alkışlandığı toplumlarda başkalarının ruhunu ezip geçen değil destekleyen, değer veren bireylere ihtiyacımız var. Kendi kalbiniz kadar başka kalplerin de sızısına kulak verin.
Adem Özbay, Genç Gelişim Dergisi – Ekim 2008
04.12.2008 *dostsite.org*